NOTTINGHAM İZLENİMLER
Uzun zamandır kurgulanan ve orada olmayı planladığım süreç nihayet geldi. Nottingham’a gitmek üzere yola koyuldum. Her ne kadar zorlu bir süreç olsa da İngiltere saatine göre saat 21.00 sularında Nottingham’daydım. Havaalanı düşündüğümden daha küçüktü. Havaalanına indiğimde her yerin kapalı olma olasılığını atlayınca almayı düşündüğüm telefon hattını alamadım. Havaalanından direkt olarak beni Nottingham’a götürecek olan otobüsü bulup bir saatlik yolculuğa başladım. İneceğim durak en son durak olduğundan pek de tedirgin olmadan, aklımda sadece ailem merak etmiş midir acaba sorularıyla yolu bitirdim. Otobüsün içinde ben ve benimle devam eden beş altı kişi vardı. Dillerinden anladığım kadarıyla ya İtalyan ya İspanyollardı. Çoğunun benim gibi valizi vardı. O saatte aynı yöne doğru gittiğimize göre onlar da benim gibi şehre yeni gelmiş ziyaretçiler olmalıydılar diye düşüdüm. Dillerinden anlamadığımdan inene kadar bir şey sormadım onlara. İndiğimizde onların da telefonlarını açıp haritadan benim de kalacağım Britannia Otel’i aradıklarını duydum. Onlara bizim etkinlikten olup olmadıklarını sordum. Hep birlikte ‘Artist Bag’lerimizi (sanatçı çantaları) alabileceğimiz mekana doğru yürümeye başladık. ( Çünkü çantayı alamadan sanatçı kimliğimize ulaşamayacaktık ve ücretsiz yemek kuponlarımız olmadan sabah erken kahvaltı edemeyecektik:) Yaklaşık yarım saat boyunca yürüdük fakat gittiğimiz yerde, çantaların otel resepsiyonunda olduğunu öğrendik. Kimisi oradan direkt olarak açılış partisine giderken, İtalyan bir sanatçı arkadaşımla birlikte biz otele doğru döndük. Çok uzun bir yolculuktan sonra otele gidip dinlenmek en iyisi olacaktı. Otelden çantalarımızı aldıktan sonra herkes kendi odasına yerleşti. Odamı biriyle paylaşıyordum fakat o da muhtemelen açılış partisinde olmalıydı ki odada sadece eşyaları vardı. Bana kalan yatağın kenarına eşyalarımı yerleştirip uyudum.
Old Market Square, Nottingham Council House, Nottingham
Kahvaltı kuponlarımız ve otel odamız (Britannia Hotel, Nottingham)
Ertesi sabah İtalyan arkadaşımla lobide buluşup bize gitmemizi önerdikleri yere gidip kahvaltı edecektik. Sabah oda arkadaşımla da tanışıp birlikte lobiye indiğimizde Iolanda bizi bekliyordu. İlk işimiz bana bir hat almak oldu. (Oteldeki internet kısıtlı süre ücretsiz olduğundan interneti olan bir hat almak gerekti. Neyse ki dün geç vakitte de olsa annemi arayıp haber verebilmiştim otele vardığımı.) Sonra tek tek işlerimizi sergiledikleri mekanları gezmeye başladık. İlk önce Laura’nın (oda arkadaşım) Nottingham Trent Üniversitesi’nde bulunan işini gördük. Üniversite’nin sergi alanı oldukça büyüktü. Galeri üniversitenin avlusu gibi bir boşluğa konumlandırılmış, etrafta masa sandalyelerin yer aldığı, sağ tarafında dersliklere doğru giden bir koridorun olduğu bir yerdeydi. Laura’nın işi tam da o koridorun duvarında yer almaktaydı. İşi tek kanallı bir videodan oluşuyordu. İtalya’da belli bir alanda yere atılan sakızları ‘işaretleyerek’ oluşturulmuş bir sketch serisiydi.
Nottingham Trent Üniversitesi
Üniversiteden çıktıktan sonra tabii ki yerdeki sakızlara takılmaya başladı gözüm. Üniversiteden sonra Iolanda’nın işinin bulunduğu Backlit Galeri’ye gittik. Sanırım Nottingham’ın en uzak köşesiydi bu bölge. Yaklaşık 15-20 dakika kadar yürüdükten sonra görülmeye değer bir binayla karşılaştık. Gerek galerinin iç mekanı, gerekse binanın dışı orada olmak için yeterli sebepti. Galeriyi gezmek için iki kat yukarı çıktık. Yekpare bir alan boylu boyunca UK Young Artists etkinliğindeki sanatçılar için ayrılmıştı. Ayrıca çeşitli odacıklarda da video ve enstalasyonlar yer almaktaydı. Açılış konuşması sonrası burada buluşulmuş ve ardından partinin yapıldığı mekana geçilmişti. Mekanı iyice gezdikten sonra benim işimin bulunduğu mekana doğru yol aldık.
Backlit Gallery, Nottingham
The Terrace, uzunca bir süre kapalı kalmış, Nottingham’da yaşayan insanların bile dört gözle açılmasını beklediği mekanlardan biriymiş. Bu bilgiyi sonradan tanıştığım, mekanda işleri bulunan arkadaşlarımdan öğrendim. Gerçekten de merak edilesi, daha doğrusu benim çok ilgimi çeken, işimin bulunmasından da çok memnun kaldığım bir mekan oldu. Mekan daha önceden ne olarak kullanılıyordu öğrenemedim. Sadece ara sıra etkinliklerin yapıldığı bir alan olduğunu öğrendim. İçerisi oldukça karanlık, bakımsızlıktan tavanları akan, penceresiz, terk edilmiş bir mekandı. Bununla birlikte ‘Baraka’yı neden orada konumlandırdıklarını anlamak çok zaman almadı. İçeri girdiğimde sağ tarafta tıpkı ‘barakama benzer’ görsellikte fotoğraflar gördüm. (Bu işlerin anlamını bir sonraki gün tanıştığım işi üreten kolektiften öğrenecektim.) Diğer tarafta yine vintage kıyafetlerden oluşan bir enstalasyon vardı. İşleri biraz inceledikten sonra merakla gözlerim barakayı arar oldu. Küçük bir odacıktan da geçtikten sonra barakanın yerleştirildiği ara geçiş odasında buldum kendimi. Barakanın bulunduğu alan iki odanın arasında geçiş mekanı gibi bir odacıktı. Barakayı hiç de düşünmediğim bir şekilde duvara yaslamışlar ama bu yaslama şekli de işe başka bir boyut kazandırmıştı. Baraka üzerinde çalışırken, sağlamlığından ve ayakta durma- duramama hali beni korkuturken, onların böyle bir çözüm bulması o an, ilk karşılaşma anında müthiş bir sevince boğdu beni. Belki de yerimde başkası olsa işinin istediği şekilde konumlandırılmamasından ötürü rahatsız olabilecekken bu durum beni bir hayli mutlu etmişti. Normal koşullarda baraka mekanın orta kısmında konumlandırılıp, etrafında dönülebilecek bir enstalasyon olarak kurgulanırken, bu durumun başka bir hal alması işe başka bir anlam yüklemişti. Yan tarafta yer alan videodan çıkan sesler, açık pencerelerden gelen rüzgar, gerçekten barakanın bir mırıltısı olduğuna dair bir söylemde bulunuyordu sanki. İşin adı ‘baraKanın mırıltısı’ydı ve bu koşulda ona bir ses eşlik etsin istiyordum. Ama videodan gelen ses öyle güzel eşlik ediyordu ki barakaya, gerçekten de gerek kalmamıştı buna.
The Terrace, Nottingham
murmur of a barracK, The Terrace, Nottingham ( photograph by Reece Straw)
murmur of a barracK, The Terrace, Nottingham ( photograph by Reece Straw)
İşi görmenin heyecanıyla Manchester’dan ziyarete gelecek olan arkadaşımı unutmuştum. Aradığında çoktan otele varmışlardı. The Terrace’ın önünde buluşmak üzere telefonu kapadım. Arkadaşlarımı beklerken sokakta bulunan bir plak- kitap satışı yapan mekana girdim. Hem ısınmak adına iyi bir çözüm olmuştu hem de vakit geçirebileceğim eşsiz bir mekana atmıştım kendimi. İçeride gerçekten hepsine sahip olmak isteyeceğim cinsten plaklar vardı. Sonradan öğreneceğim üzere Rough Trade 1976’dan beri İngiltere’de yer alan en önemli müzik dükkanlarından biriymiş. İlk olarak Batı Londra’da açılmış ve sonrasında da çeşitli il ve ülkelerde yerini almış. Müzelerdeki düzeni aratmayacak güzellikte kurgulanmış alanı gezdikten sonra, tekrar uğramak koşuluyla mekandan çıkıp, arkadaşlarımla buluşmak üzere tekrar sergi alanına gittim. Uzun süredir görmediğim arkadaşımı, İstanbul’dan sonra Nottingham’da görmek ayrı bir heyecandı benim için.
Rough Trade, Nottingham
Laura ve Iolanda ile tekrar haberleşmek üzere çoktan ayrılmıştık. The Terrace’a tekrar gittiğimde Mergüze ve Nick baraKa’yı görmüş, açıklamasını okuyorlardı. Derya (Yücel), önceden tahmin etmiş olacak ki, benim için önceden hazırlattığı künye ve eser açıklamasını İstanbul’dan ayrılmadan Kasa Galeri’den teslim almamı söylemişti. İyi ki söylemiş dedim mekana vardığımda. Çok kalabalık bir etkinlik olmasındandır diye düşünüyorum, sadece sanatçı isimleri duvarlara yapıştırılmış, onun haricinde hiç bir bilgi sunulmamıştı izleyiciye. Bu durumu eleştiren sanatçılar oldu tabii haliyle. Bize dağıttıkları günlük gazete niteliğindeki dergilerde sadece mekanlar ve sanatçı isimleri yer alıyordu. Ziyaretçilerin işlere dair okuyabilecekleri herhangi bir bilgi olmamasını yadırgamıştı bazı sanatçılar. Dolayısıyla bizim için öngördükleri tarih ve saatlerde işlerimizin başında olmalıydık. Aksi taktirde iş hakkında bilgi almak isteyen ziyaretçiler olursa, herhangi bir bilgi alamadan mekandan ayrılmış olacaklardı. Bu yüzden Derya’nın bu yaklaşımı ve öngörüsü orada çok işime yaradı. İşlerin açıklaması duvarda ve hatta bana ulaşabilecekleri kartvizitlerde baraKa’nın yanındaki pencere kenarında durmaktaydı. O an için bundan daha iyisi düşünülemezdi.
Pencere kenarındaki kartvizitler ve duvara yapıştırdığım künye
Mergüze ve Nick ile beraber yemek yemek için yer bakmaya başladık. Yamas Meze and Tapas adlı Yunan restoranına oturmaya karar verdik. Akşama doğru yorgunluk başlayınca otele doğru gidip dinlendikten sonra, daha önce yer ayırttığımız Jazz Bar’a doğru yol aldık. Peggy’s Skylight gördüğüm en güzel Jazz Bar’lardan biri olabilir. J İçeride sinema düzeninde kurgulanmış kırmızı kadife koltuklar ve onlara eşlik eden sıra gibi masalar, atmosferi güçlendiren loş ışıklar mekanı en güzel yapan ayrıntılardı.
Peggy’s Skylight, Nottingham
Akşam programda kimlerin çalacağını bilmeden rezervasyonu yaptırmıştık. Thom Whitworths Funky Organ adında bir grup çalmaya başladığında ilk kokteyllerimizi yudumluyorduk. J Eşsiz müzik eşliğinde, program dahilide hazırlanan güzel mezelerin tadına bakarak o geceyi bitirdik.
‘Thom Whitworths Funky Organ’ Peggy’s Skylight, Nottingham
Ertesi gün şehir turu yapmak üzere yola koyulduk. Nottingham’da, kaldığımız bölgede her yer yürüme mesafesinde. Otelden merkeze on dakikada ulaşabiliyor, yarım saatte de en uzak mesafeye varabiliyorsunuz. O gün kahvaltı sonrası Nottingham Playhouse’a (tiyatro sahnesi) gidip dış mekanda sergilenen Anish Kapoor ‘un Sky Mirror’ını yakından gördük. Devasa boyutlarda, çanak anteni andıran biçimiyle karşıdaki kilisenin görüntüsünü al aşağı etmiş yansıtıyordu. Kocaman bir heykelin etrafında yürüyüp,deneyimlemek, hatta işin içine dahil olmak enteresan bir süreçti.
Anish Kapoor, Sky Mirror, Nottingham Playhouse
Uzun bir süre Sky Mirror ile vakit geçirdikten sonra yürümeye başladık. Nottingham Playhouse’un hemen karşısında duran katedral benim için büyüleyici renkleriyle, adeta resmi yapılası bir görsellik sunuyordu.:)
Cathedral Church of St Barnabas,Nottingham
Kısa gezinti sonrası, işimin başında olmam gerektiği üzere The Terrace’a tekrar gittim. Mekanda bulunduğum süreçte pek ziyaretçi olmaması sebebiyle - muhtemelen hava koşulları dolayısıyla- yaklaşık bir saat sonra mekandan ayrıldım. Orada bulunduğum süreçte video işi dolayısıyla orada bulunan diğer sanatçıyla tanıştım ve orada işlerin başında duran kimi asistan arkadaşlarla. Buradan sonraki rota Nottingham Castle ve Nottingham’ın en eski ve en iyi pub’ı Ye Olde Trip to Jerusalem. Saat geç olduğu için Castle’ın içini gezemesek de dıştan görmek bile yeterli oldu. Kalenin çıkışında bulunan, şehrin simgesi haline gelmiş Robin Hood heykeli de parkın ortasına konumlandırılmış. Nihayet İngiltere’nin en eski pub’larından biri olan Ye Olde Trip to Jerusalem’a vardık. Tabii ki hafta sonu olması itibariyle çok kalabalıktı. Ama bunu daha önceden düşünerek önceden yerlerimizi ayırtmıştık. Pub mağaranın içerisine konumlandırılmış, iç mekanı çeşitli mağara girintilerinden oluşan bir yapıya sahip. Güzel bir masada bize önerilen craft beer’larımızı yudumlayarak geceyi burada bitirdik.
Robin Hood, Nottingham Castle
Ye Olde Trip to Jerusalem, Nottingham
Ertesi gün arkadaşlarım Manchester’a dönmek üzere Nottingham’dan ayrıldı .Ben de işimin başında olmam gerektiğinden The Terrace’a doğru yol aldım. The Terrace’ın bulunduğu ‘Broad Street’, neredeyse Nottingham’ın en işlek olduğu caddelerden biri. Caddenin üzerinde daha önce de bahsettiğim gibi en büyük plak-kitap dükkanı Rough Trade ve aynı zamanda şarap dükkanları, restoranlar ve vintage dükkanlar bulunuyordu. Dolayısıyla mekanda sıkıldığım vakitler hemen caddeye çıkıyor, bir kaç tur atıp tekrar ‘baraKa’nın yanına gidiyordum. O gün, daha önce de bahsettiğim barakaya benzer fotoğrafların yer aldığı tarafta, o işlerin ait olduğu kolektifin üyeleriyle tanıştım. Materia Critica İtalya’da çalışmalarını sürdüren dört kişilik bir ekipten oluşuyor. İşlerinin adı ‘Exporting the Loop’.
Madagaskar’a yaptıkları seyahat esnasında çektikleri fotoğraflardan oluşan çalışma, binalar üzerinde yer alan reklam panolarına odaklanarak çekilmiş fotoğraflardan oluşuyor. Reklamların kendi özel yaşantımızı nasıl değiştirdiğine dair sorgulamalar içeren çalışma yan yana posterler şeklinde asılmış. UKYA Takeover: Nottingham etkinliği kapsamında bu işin bilboardlarda yer almasını istemişler fakat istekleri gerçekleştirilmemiş olacak ki The Terrace’a duvara asılmış posterler şeklinde sergileniyor. Biyografimi okuduklarında Tania Bruguera ile çalışmış olduğumu görüp, heyecanlanmışlar. Bunun üzerine uzun uzun Tania ile yaptıklarımızdan ve o kısa sürenin üzerimdeki etkisinden konuştuk. Sonrasında - kendilerini de aktivist olarak tanımladıklarından- aktivist olmak ve sanatın yararlılığı üzerine konuşmaya devam ettik. Para kazanmak adına ‘designer’ olarak çalışan bu ekip, çalışmalarıyla insanlara yarar sağlamak amacında. Umarım bir gün tekrar yollarımız kesişir.
Materia Critica, ‘Exporting the Loop’, The Terrace, Nottingham
Çarşamba günü olan uçak biletimin iptali ile (Brüksel Havalimanı’ndaki grev nedeniyle), biletimi bir gün önceye almak zorunda kaldık. Bu yüzden Salı günü gitmeyi planladığım Nottingham Contemporary’i (pazartesi kapalı olduğu için) ziyaret edemediğim için her ne kadar üzüntü duysam da Nottingham’a bir daha yolumun düşmesi umuduyla ertesi gün oradan ayrıldım. Her yurt dışı yolculuğumda olduğu gibi burada da hem sergilediğim iş adına hem de yaşadığım deneyimler adına çok iyi bir hisle ayrıldım. Döndüğümde çoktan yapacağım iş kafamda canlanmıştı bile. Bana bu organizasyonda bulunmamı sağlayan Erdağ Aksel, Selim Birsel, Derya Yücel’e ve tabii ki desteği için Kasa Galeri’ye tekrar çok teşekkür ediyorum.
Didem