“Şeylerin Belirgin Hali”
Can Aytekin / Levent Aygül
Kendi bilgimizin dışında, kendimizi neyle tanıyabiliriz? Bize kendimizi tanımamızı sağlayacak olan tüm o zihinsel çerçevelerimiz ve bilgi kategorilerimiz nerden gelir? Düşüncenin sıraya koyma mantığı nedir? Dolayısıyla düşünce nedir ve bilgi nasıl mümkündür? İnsanın kendini, kendine yabancı bir fenomen gibi kavramayı becerebilmesi için aklının kendi üzerine tam bir bükülüşü, kendi dışına geçmesi, adeta bir eldiven gibi onu çevirmesi gerekirdi[1] diyen Foucault, Kelimeler ve Şeyler’[2]de bilginin ve düşünme alışkanlıklarının uzun tarihi içinde “episteme”nin doğuşu ve ortaya çıkışını tartışır. Bu kavram, Platon felsefesinden gelir ve “bütünün bilgisini” ifade eder. Foucault da tıpkı Platon gibi bu bilginin nasıl düzenlendiğinin izini sürer ancak ona göre episteme, bilincin ve bilinçdışının belirli bir dönemdeki genelliğini kapsar yani tarih içinde yer almış bir “alan” ve “mekân”dır… Bu iz sürüşte de bizi ilginç örnekler arasında gezdiren Foucault, genel olarak şeylerin temsile nasıl olup da sunulabildiklerinin, bunları algılamanın çeşitli tarzları olduğundan şeylerin tarih, dil, düşünce, bilgi ve kültürün içinde nasıl, hangi koşullarda, hangi zemin üzerinde, hangi sınırlar içinde ortaya çıkabildiklerinin bir arkeolojisini sunar.
Sanat ile “Nesne Yönelimli Ontoloji” arasındaki ilişkiye, sanat bağlamında nesne’nin maddi gerçekliği/temsilinden çok daha geniş anlamına odaklanan Graham Harman da nesneleri, bilgi içermeyen biliş (cognition) biçimlerinin varoluşu olarak ele alır. Sanatın da bu türden bir biliş biçimi olduğu ileri sürülürken[3] insan-insan olmayan, cisimsel-cisimsiz, hakiki-hayali her tür varlık için tercüme edilebilecek “ilişkilerinden ve bileşenlerinden özerk nesne” kavrayışı sanat alanına çağrılır. Nesnelerin kendi niteliklerinden ne şekilde farklılaştıklarının teorisini sunan bu yaklaşım, bize görünen nesneler ile onları ne iseler o yapan gerçek nitelikler arasındaki gerilimle ilgilidir. Bu gerilim bir çatlak yaratır: şeyler ile onlarla karşılaşmamız arasındaki bu yarık insan zihninin olumsal bir ürünü değildir, herhangi bir ilişkide otomatik olarak vuku bulur. Dolayısıyla nesne olarak sanat yapıtı iki bileşenden, yani nesne/eser ve izleyici olarak iki bileşenden müteşekkildir. Böylece yapıt ve izleyicinin kaynaşmasından yepyeni bir nesne (şey) ortaya çıkar.
Can Aytekin ve Levent Aygül’ün üretimlerini bir araya getiren, birlikte düşünme süreciyle şekillenen duo sergi olarak “Şeylerin Belirgin Hali”, insan ile şeylerin birlikte var olmalarının içinde ortaya çıkan temsilin mesafesi ve katmanlılığına, mekana, dolayısıyla bizim şeylerle ilişkileniş tarzımızın farklılıkları içinde gezinme haline işaret ediyor. Sanatçılar, nesnelerle ya da şeylerle onların duyusal nitelikleri arasında bir çatlağı etkinleştirip belirgin hale getiriyor.
Can Aytekin’in sergide yer alan “Plaka” serisi, şeyleri dile içkin bir mekâna taşımak yerine onların içine hapsedildikleri temsil alanından mesafe almasına yönelik işliyor. Düzleştirilmiş, inceltilmiş, yassı hem iki hem üç boyutlu levha/tabela olarak plaka, aynı zamanda işaret eden, açıklayan, gösteren ya da aksine gizleyen, örten, kaplayan işlevleriyle çok çağrışımlı bir nesne olarak sanatçının mekânsal düzenlemelerine zemin oluşturuyor. Aytekin, kentin tarihi, kültürel, mimari, ticari mekanlarından gündelik yaşamın pratik göstergelerini topluyor, nesnelere topoğrafik duyumlar ekliyor ve mekânı temellük etmenin farklı veçhelerinde geziniyor. Sanatçı, Ayasofya’nın hat levhalarından mozaik ve freskleri kapatan panolarına, Karaköy limanına yanaşan gemilerin depolarından Perşembe pazarındaki dükkanların istiflenmiş mallarına, Galata hırdavatçılar çarşısındaki fayansçı Tuncay ustanın tezgahından Kasa Galeri’nin ankastre taş mozaikleri ve zemin bordürlerine şeylerin insan olanla olmayan unsurlarının çeşitliliğinden toplama, melez varlıklar/nesneler ve mekânlar üretiyor. Bu melez varlıklar/nesneler ve mekânlar Aytekin’in sanat pratiğinde kullandığı malzemenin mütevazi derinliğinde, kullandığı renklerde, bantlarla, kağıtla ya da konstrüksiyonlarla elde ettiği katmanlarda ve katmanların oluşturduğu iki boyutluluk ve üç boyutluluk arasındaki formlarda açığa çıkıyor. Sanatçının mekanla, dille ve formla kurduğu ilişki ise galerideki çıkışları işaretleyen “exit” tabelalarından Yunan tragedyalarının son perdesi olan “exodos”a uzanıyor, Giotto’nun, Fra Angelico’nun temsili perspektif ve üç boyutluluk yanılsaması içeren duvar resimlerinden, Haacke’nin, Twombly’nin mekânı parçalayan yassı, iki boyutlu, plaka/levha estetiğine dek bulunan ve inşa edilen, kamusal ve özel, olgusal ve kurmaca şeylerin melez durumunun altını çiziyor.
Nesneler ve ayrıntılar arasındaki seçimlerini, dünya ve düşünce arasındaki görsel sezgilerini iki boyutlu imgeler olarak ortaya çıkaran Levent Aygül’ün 2020 yılından itibaren sürdürdüğü “Şeyler” serisinden bir seçki sergide yer alıyor. Sanatçının evinden, atölyesinden, çekmecesinden ya da kentin içinden, Karaköy Perşembe pazarından, sokaktan çıkıp gelmiş bu nesneler, Georges Perec’in nesnelerle örülü bir yaşam düşü kuran karakterler ile bütünleşen, onların tükettikleri ve arzuladıkları nesneleri tek tek sayfalarca anlatan romanı “Şeyler”le ilişki kuruyor. Çifti olmayan bir eldiven, baret, bir makas, plastik bir torba, el arabası ya da kapağı aralanmış bir dolap… bir dış gözlemci tarafından tümüyle kavranma anı ile Aygül’ün yüklediği anlam arasında duyulan bu nesneler tıpkı Perec’in cümlesinde olduğu gibi “git gide değişiyorlar, bir başkası oluyorlar…”[4]. Sanatçının, Can Aytekin’in düzenlemeleri ile diyalog kuran resimleri “Can” ve “Luc”da mekânın geometrik matrisini stilize ederek üç boyutun iki boyuta geçişini kavrıyor. Kasa galerinin merdivenleri, zemin mozaikleri, köşesiz tavanı, birbirine açılan odaları, duvarları… bir gözlemci olarak sanatçının süzgecinden geçerek ne tam olarak nesneye ne de bütünüyle özneye aitlikten azat edilmiş hatta onların kaynaşmasından ortaya çıkan biçimlerin haritaları olarak beliriyor. Bu bağlamda ilişkilenen mekânsal haritalama Levent Aygül’ün resim dışında ele aldığı bir mecra olarak vitrayla, dolayısıyla sanatçının pratiğinde yaklaşım olarak bütüncül izleğe sahip başka bir formla yeniden ortaya çıkıyor. Aygül’ün biçimsel sürecinde ele aldığı iki boyutluluk-üç boyutluluk, ışık-form, yüzeyin, boyanın, rengin ve malzemenin katmanlılığı sanatçının resimleri ve vitray kompozisyonları arasındaki ilişkiyi açığa çıkarıyor.
“Şeylerin Belirgin Hali”, bir parçasını oluşturduğumuz ve içinde ikame ettiğimiz melez nesnelerin dışına çıkabilmek için yenilerine adım atmamızda bizi motive ediyor. Bu adım, kendimiz dışına çıkmak için nesnelere/şeylere ve gözlemleme deneyimine algısal ve düşsel süreçlerimizi de eklememizi talep eden bir oyuna dönüşüyor. Üretimlerinde kavramsal izahtan, pratik faydadan ya da estetik beğeninin saflığından feragat etmeksizin özgür bir oyunu sürdüren Can Aytekin ve Levent Aygül, sanatın özerkliği yerine izleyici-yapıt-mekân arasına müstakil olarak yerleşen duyumlar ortaya çıkarıyor. Bu tarih-aşırı, zamansız ve özgür oyunda sanatçılar “Şeylerin Belirgin Hali” ile nesnelere duyulur olanı yeniden dağıtabilecek bir yaşam veriyor.
Derya Yücel
[1] Michel Foucault ve Pierre Dumayet söyleşisi:
https://www.ina.fr/ina-eclaire-actu/video/i05059752/michel-foucault-a-propos-du-livre-les-mots-et-les-choses
[2] Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler: İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge, 2001
[3] Graham Harman, Sanat ve Nesneler, çev. Oğuz Karayemiş, Ayrıntı, 2020
[4] Georges Perec, Şeyler, çev. Sevgi Tamgüç, Metis, 2012