Telkin ve Manzara

  • _JOY1610
  • _JOY1605
  • _JOY1607
  • _JOY1610
  • _JOY1612
  • _JOY1615
  • _JOY1618
  • _JOY1621_1
  • _JOY1621
  • _JOY1624
  • _JOY1625
  • _JOY1626
  • _JOY1630
  • _JOY1634
  • _JOY1637
  • _JOY1639
  • _JOY1642
  • _JOY1645
  • _JOY1648
  • _JOY1652
  • _JOY1654
  • _JOY1660
  • _JOY1664
  • _JOY1666
  • _JOY1670_1
  • _JOY1670
  • _JOY1672
  • _JOY1676
  • _JOY1682
  • _JOY1684
  • _JOY1688
  • _JOY1690
  • _JOY1694
  • _JOY1702
  • _JOY1708
  • _JOY1714
  • _JOY1720
  • _JOY1724

Burcu Erden – Metin Çelik
Küratör: Derya Yücel

Doğa ne gidilebilecek fiziksel bir yer ne etrafı çitle çevrilecek ya da depolanacak bir hazine, ne de korunabilecek ya da tahrip edilebilecek bir özdür. Doğa gizlenmiş değildir ve bu yüzden peçesinin kaldırılması da gerekmez. Doğa, matematik ve biyotıp kodlarıyla okunacak bir metin değildir. Köken, ikmal ve hizmet sağlayan ‘öteki’de değildir.  Ne annedir doğa, ne bakıcı ne de köle; insanın üremesinin, kendini yeniden üretmesinin matrisi, kaynağı ya da aracı da değildirDoğa, bir ortak yerdir.[1]

İnsanın doğaya yönelik sömürüsü ve insana yönelik şiddeti arasındaki benzerlik son derece çarpıcıdır ve toplumsal ekoloji düşüncesi ile örtüşür. Antroposen, politik ve toplumsal içerikten ayrılan homojen ve apolitik bir “insanlık” ile doğa arasındaki bir gerilimin değil, sömürgecilik, kapitalizm, ırkçılık, cinsiyetçilik ve ataerki gibi siyasetlerle ilişkileri çerçevesinde şekillenmektedir. Peki bu manzarada doğayla sahiplikten ve şeyleştirmeden başka türlü bir ilişki kurmanın yolu ne olabilir? Antropojenik yıkımın eşiğinde, kendini merkeze yerleştirerek doğayı dışsallaştıran ve onu bilgisel etkinlikte ele geçirilecek bir nesne olarak konumlandıran insan bu manzaranın öznesi değil midir? Doğanın bir malzeme ya da bir kaynak olarak değil bir fail-aktör olarak düşünülmesi, insanla insan-olmayan arasındaki bir ortak inşa olduğunun farkına varılması günümüzde sanatın da merkezinde yer alıyor. “Telkin ve Manzara” başlığındaki sergi sanat tarihinde kayıp cennet ütopyası olarak beliren manzarayı, insan-doğa düalizminin yarattığı ayrıma işaret ederek doğanın insana telkini olarak arkasına alıyor. Sergi, doğa-insan-kültür karşıtlığını aşan bir etik temelin keşfine işaret ediyor. Bu anlamda, sanatın toplumsal ve politik tahayyülü sorgulama potansiyeli antroposen kavramıyla da yüzleşmeyi mümkün kılıyor.

Metin Çelik’in resimleri ve Burcu Erden’in heykelleri insan ve insan olmayanın sınırlarında biçimlenen, sembollerle yüklü anıtsal kompozisyonlar olarak sergide yerini alıyor. Sanatçılar, kendi disiplinlerinden doğaya bütüncül bir bakış ve içselleştirilmiş bir duyguyla yaklaşıyor. Burcu Erden, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi organik ve inorganik malzeme üzerinden işlerken çoğunlukla bedensel çağrışımlar taşıyan biyomorfik formlar yaratıyor. Kabaca yontulmuş izlenimi veren sakin ve yalın stilizasyonlar ne temsili ne de geometrik olan görsel bir ifade içeriyor. Soyutlanmış gerçeklik olarak karşımıza çıkan biyomorfik formlar, aşinalık ve muğlaklık arasında hem biraz tanınabilir hem de tanımlanamayan formlar şeklinde bedenleşiyor. Metin Çelik, insanın dönüşümü ve yarattığı yeni habitatın içindeki varoluşunu amorf manzaralar içinde ele alıyor. Gerçek ve hayalin, doğa ile doğaüstünün sınırlarının eridiği resimlerde kadın figürleri yaratıcı, korunması gereken, bir sığınak/kaçış olarak algılanan doğayla bütünleşiyor. Kadın ve doğa arasındaki ilişkiyi kutsayıp, erkeklerin yaratmış olduğu doğa ile kültür arasındaki sahte sınırlara işaret eden resimler eko-feminizme selam veriyor. Sanatçı, sembolik anlamlarla yüklü arkadien manzaralar yaratıyor. “Telkin ve Manzara”, doğanın sesini bilincimize tohumluyor.

[1] Haraway, D., Başka Yer, Çev. Güçsal Pusar, Metis Yayınevi, 2010, s. 296

 

 

Comments are closed.