Betül Aksu, Tayyibe Benek, Didem Erbaş & Ali Kanal, Dilara Göl, Özge Yağcı
Küratör: Emre Akaltın
"Hikâyeler yürür, tıpkı hayvanlar ve insanlar gibi. Ve adımlarını, yalnızca anlatılan olaylar arasında değil, aynı zamanda cümleler, bazense sözcükler arasında atarlar." Berger, J. (1982), Stories, J. Berger ve J. Mohr, Another Way of Telling içinde (Vintage Books)
Hikâye anlatımı, doğası gereği kesintili bir çizgisellik izler. John Berger, Jean Mohr ile birlikte kaleme aldığı Another Way of Telling adlı kitaptaki Stories başlıklı denemesinde “Hiçbir hikâye, yolla teması kesintisiz olan tekerlekli bir araca benzemez,” demiştir. Hikâye anlatıcıları bütün boşlukları hiçbir zaman doldurmaz, dolduramazlar. Hikâye, dinleyicinin/izleyicinin boşlukları kendi imgelemini kullanarak doldurmasıyla bir akış bulur ve anlam kazanır. Yine de, imgelemlerin boşlukları doldurduğu yerde kesintisiz bir akıştan da söz edilemez. Berger’ın anlatıcı ile dinleyici/ izleyici arasındaki ‘örtük anlaşma’ olarak adlandırdığı bu durumda hikâyeler, doldurulması gereken boşluklar sayesinde deneyime alan açarlar. Böylece deneyimlenen hiçbir hikâye otomatik ya da tamamlanmış değildir.
‘Her zaman her yerde’ bulunma bir ihtiyaç haline gelmişken hızın gölgesinde kalan deneyimleme, tekrar devreye girebilmek için sürdürülebilen bir ilgi ve merakı, boşlukları imgelemin doldurmasına bırakabilmeyi talep etmekte. Sergi, sonsuz ve duraksamasız bir görsel akışının egemenliğindeki günümüz görsel kültürüne, anlatıların törensel kökenleri üzerinden bir yavaşlama önerisi getiriyor.
Hikâyeler yürür, okunması ve tekrar yorumlanması gereken bir anlatı olarak kişisel geçmiş, benlik, yanılsamalar ve gerçekliklerin çoğulluğu, dilin ve göstergelerin sınırları gibi konuları yapay-doğal, görünen yüzey-arkaplan, sınırlar ve geçişkenlik gibi ikilikler etrafında ele alıyor ve küçük nüanslar aracılığıyla hikâye anlatımının doğasını sorgulamaya açıyor.
Hikâyeler yürür’de sergilenen çalışmalar, sonsuz bir akış içerisinde hazır bir şekilde bulunan anlatılara ve üsluplara karşılık, istemsizliğe ve kendiliğindenliğe öncelik veriyor, deneyimin doğasına göndermede bulunuyor.
Betül Aksu, sergi için ürettiği giriş-gelişme-sonuç başlıklı çalışmasında, hikâye anlatımı kurallarını zaman/süreç/anlatıcı aracılığıyla genişletmeyi öneriyor. Öğretilmiş kuralların dışında kalan anlatılara bakan sanatçı, algılanan zamanı önemseyen, sürece odaklanan, kişisel deneyimi kucaklayan yeni bir anlatı kurguluyor.
Dilara Göl, Orada ve Gün başlığını taşıyan iki tuval çalışmasıyla sergide yer alıyor. Sanatçının galeri mekânının birinci odasındaki resimleri tanımsız bir mekân imgesinden yola çıkıyor. Aidiyet kavramı üzerine bir düşünme süreci üzerine ortaya çıkan resimler, belirsizliği çağıran bir atmosfer yaratırken, daha somut imgeler ile dengeleniyor. İşaret edilebilen ama tanımlamanın güç olduğu bir dünya yaratan sanatçı, izleyiciyi süreğen bir ‘şimdiki zamanı’ yaşamaya davet ediyor.
Tayyibe Benek, aydınger kâğıt ve kumaş üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarında, anıların işlenmesi ve benliğin-psikenin kurulması üzerine çalışıyor. Sanatçı, aile albümünden seçtiği fotoğraflar ile kendi belleğindeki izlenimleri birleştirerek kesişimler ve ayrışmalar yaratıyor. Fotoğraflardan çıkardığı figürleri ve sahneleri çeşitli mecralarda tekrar tekrar işleyerek bir deney alanı yaratan
sanatçı, karşısına çıkan imgelere çeşitli müdahalelerde bulunarak belirli anların altını çizerek onları vurguluyor. Sabitlenmiş kadrajları dinamik sahnelere çeviren bu müdahaleler yeni anlamları ve anlatım biçimlerini ortaya çıkararak izleyiciyi belleğin işlenmesi üzerine bir düşünme sürecine davet ediyor.
Özge Yağcı’nın Geçiş Hikayeleri başlığını taşıyan serisi bir tadilat esnasında bir mekânda karşılaştığı görüntü üzerine çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Mekânın duvarlarının en çıplak haliye görüldüğü fotoğraflar yüzeyin arkaplanındaki tabakaların neler olabileceğini üzerine görsel bir düşünme biçimi ortaya koyuyor. Her yapılanma, bir eskisinin üzerini örterek yeni bir katman oluştururken duvarların ham haliyle sergilendiği bu fotoğraflar yüzey ve derinlik-arkaplan ikliğini sorgulamaya açıyor.
Sanatçının yüzey-arkaplan ikiliğinden yola çıkarak gerçekleştirdiği diğer çalışması Geçiş Hikayeleri ‘’Yeni Tip Tuğla’’ başlığını taşıyor. Galeri mekânının ortasına yerleştirilen bir yüzeyi çeşitli tekniklerle kaplanmış durumda olan tuğlalar, yüzeyin arkasındaki ham ürüne gerçekleştirilen müdahale ile geri planda kalanın izlerini gizlemek amacıyla hijyenik ve saf bir başlangıç yaratma önermesini reddederek, gizlenmek ve yansıtılmak isteneni bir arada barındırıyor. Çalışma, melez bir anlatı ortaya koyuyor ve oluşmakta olanın yapı taşına dair yeni bir sorgulama içeriyor.
Ali Kanal ve Didem Erbaş’ın ortak çalışmaları Uzak Bahçe, sanatçıların, 15. yüzyılın başlarına tarihlenen Voynich El Yazması’ndan yola çıkarak hazırladıkları mekâna özgü bir yerleştirme. ‘Gelecekteki bir yapay bahçe nasıl olurdu?’ sorusundan yola çıkan sanatçılar, galeri mekânının üçüncü odasında oluşturdukları bu yapay bahçede, organik ve endüstriyel malzemeler ile yapay ışık kurgusunu birleştirerek bir heterotopya ortaya çıkarmayı amaçladılar. Çalışma, sanatçıların İzmir - İstanbul arası sürdürdükleri diyalog esnasında kurgulandı. Şimdiki zamanın dışına çıkan bu bahçe kurgusu, kültür-doğa ikiliğinden bağımsız olarak türlerin bir aradalığına dair bir sorgulama niteliği taşıyor.