Mehmet Dere ve İsmail Şimşek’in son dönem üretimlerini yanyana getiren “Bölünmez” başlıklı sergi, sanatçıların sürece yayılan kavramsal ve içsel duyarlılıkları üzerinden geliştirdikleri ortak bir refleksin sonucudur.
Sanatçıların ele aldıkları malzeme ve üretim yöntemlerinin farklılığına rağmen “form”un inşasında kullandıkları görsel öğelerin diyaloğu sergi bağlamında ortaya bir bütünlük çıkarır. Serginin başlığı olarak “Bölünmez”, yalnızca renk, doku, boyut, biçim, yüzey gibi kompozisyonel ilkelerin bir bütüne ait olma noktasında yapısal değil, aynı zamanda kavramsal olarak da bölünemezliğe, soyut uyumsal yasaların ilişkisine referans olan “bir”e işaret eder. Bu bağlamda, sanatçıların sergide yanyana izlenen üretimlerinde tercih ettikleri soyutlama, şiirsel ve derin bir anlama doğru kurgulanan görsel bilgiye ve bu bilginin ayrılmaz/bölünmez bütünlük ilkesi ve ilişkisine odaklanır.
Mehmet Dere’nin ürettiği ‘soyut’ çalışmalar, sanatçının kendi iç gramerinden beslendiği ve üçüncü bir kişinin tariflemekte zorlanacağı bir içsellik içermektedir. Dere’nin bu yeni gramerinde form olarak ortaya çıkansa mistik birer deneyim, hatta ezoterik fenomenler olarak okunabilir. Sanatçının, sarmallar ve birbirine geçen dalgalardan oluşan resimsel formları, harekete dönüşmeye yol alan bir bilince ve helezonik bir düşünme biçimi (hem içinde hem üzerinde)’ne işaret eder. Kompozisyonlarındaki hareket çoğu zaman bir düğüme dönüşmekte, düğüm ise içinde hareket taşıyan bir varoluşta kendini tekrar etmektedir. Dere’nin resimleri izleyiciye boşlukta genişleyen ve büzülen sarmal bir patika ya da labirent içinde yol alma deneyimi sunar. Bu yolculuk deneyimi kozmolojik bir haritadan beyin kıvrımlarına, kalp, rahim, koza, kabuk formlarına kadar uzanan görsel duygulanımlar yaratır. Resimlerinde büzülme ve kapanma hareketiyle hep bir odağın yaratılması ya da kaybolması ile ilgilenen sanatçı bu yolla bir “merkez”e gönderme yapmakta ve hareket olarak bir öze (self) doğru yaklaşmayı vurgulamaktadır. Sanatçı, her şeyin merkeze doğru yöneldiği ve Jung’cu anlamda görmezlikten gelinen ya da yanlış anlaşılırsa bir düşmana dönüşen, bilince çıkmayan bir ‘gölge’ varlığın kaydını tumaktadır.
İsmail Şimşek’in ürettiği formlar insanı hem kaynağına hem de kaynağından öteye yönlendiren “varlığı”na ve onun zaman/mekan deneyimine odaklanır. Sanatçı, formun yapısını psikolojik bir fenomen olarak kullanmakta ve heykel olarak varlığını gösteren formları birbirine geçmiş ve birbirinden ayrılamayan düğümlerden oluşan bir koza gibi kendini var eder. Örme ya da bağlama eylemi kendi izini kaybetmeye çalışan son düğüme kadar süren bir çeşit kendini yok etme eylemi olarak okunur. Yolu bilenler için evreni, kaybedenler için kaosu ifade eder. Her düğüm birbirinden ayrı ve bütün olarak tek bir vücutta varolur. Çokluğun dünyasını temsil eden düğümler ve birliğin doğası olarak formun bütünsel varlığı kendini tek bir dil üzerinde yeniden ‘bağ’ kurar ve ‘ben’ yok olur. Şimşek için kullandığı materyal/medium olarak halat bir çeşit bağ düşüncesi olarak metafordur. Bağ ve form düşüncesi semantik anlamı itibariyle metafiziksel olarak ruhani içkinliği temsil etmektedir. İnanç, insanın içine atılmış bir düğümdür ve ne de olsa bulunmaktan değil aranmaktan hoşlanır.