Sabancı Üniversitesi Karaköy İletişim Merkezi'nde yer alan Kasa Galeri, Türkiye'de ilk kez, kavramsal sanat akımının yaşayan ünlü temsilcilerinden Roman Opalka'nın sergisine evsahipliği yaptı. 19 Eylül-12 Ekim 2001 tarihleri arasında izlenebilen bu sergide sanatçının 1965 tarihinden bugüne gerçekleştirdiği tablolardan üçü, sanatçının on fotoğrafı ve bir ses enstalasyonu da yer aldı
Sanatçı, halen sürdürdüğü ve yaşamının sonuna kadar da sürdürmeyi hedeflediği "Sayı Resimleri" dizisinin ilkini 1965 yılında gerçekleştirdi. Sonsuzluk teorisinden hareketle başlayan dizinin, "Détail..." adını taşıyan her tablosu 196x135 cm boyutlarında ve her resim, ardışık sayıların dizilmesiyle oluşuyor. Dizinin ilk tablosu olan "Détail 1-35328"de, 1'den 35328'e kadar olan sayılar yer alıyor. İkinci tablodaki ardışık sayılar dizisi 35329 sayısı ile başlıyor. Sanatçı, tüm tablolarında siyah ve beyazın tonlarını kullanıyor. Sayılar, tüm resimlerde beyaz ile ifade ediliyor. Her yeni tuvalin fonu ise bir öncekinden bir ton açık. Bu sürecin son aşamalarında, tuval fonu giderek sayıların beyazı ile buluşuyor ve sayılar görünürlüğünü yitiriyor.
Roman Opalka 1972'den bu yana, tuvaline aktardığı sayıları resmederken, aynı zamanda sesli olarak da dile getiriyor. Çalışması sırasında, yazdığı sayıları yüksek sesle söyleyip, kaydeden ve böylelikle sanat pratiği ile kişisel yaşamı arasında organik bir bütünlük kuran Opalka, çalışmasının sonunda eserinin ve kendi yüzünün zaman içindeki değişimini fotoğraf yoluyla ölümsüzleştiriyor. Sanatçının bu şekilde ürettiği tablolar, başlangıcı ve sonu belirgin, 1'den sonsuza giden doğrusal bir hareketin ayrıntıları haline geliyor.
Roman Opalka, yapıtlarını 1965'ten bu yana kendini tekrar eden bir süreç çerçevesinde oluşturma nedenini şöyle anlatıyor:
"İzleyiciler, yaşamım boyunca neden hep aynı yolu izleyerek benzer tipte yapıtlar ürettiğimi merak ediyor. Bu çalışma büyük bir özveri gerektiriyor. Buna son vermek ve başka bir şeye yönelmek benim için neredeyse imkansız. Bir ömrü resmedebilmek için sanatçının yaşadığı sürece resim yapması gerekir. Rembrandt, kendi port relerini yaptığı zaman, geçen zamanla birlikte gözlerindeki hüznün de arttığını görmüştü. O zamanlar, ilk gençlik portrelerinden çok daha olgun bir yaştaydı.
Zamanın hızla aktığı farklı bir çağda yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız zaman, tıpkı 3 bin yılda bir gelip geçen ve kendine özgü bir yaşam süresi olan meteor ya da kuyrukluyıldız ile karşılaştırılabilir. Benim çalışmam ise bir meteordan çok kuyrukluyıldıza benziyor. Leonardo Da Vinci de böyle çalışırdı. Bir resim asla bitirilemez çünkü bir yapıtın bittiğini açıklayan herhangi bir mantıksal, etik ve estetik neden yoktur. Çalışmalarımda, yaşamı canlı bir organizma olarak kabul ediyor ve onu, sanat yapıtı yaratmanın bir aracı olarak kullanıyorum. Ressamın tek kaygısı, ölüm ile bahse girmektir".