…Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz…
Şehirler, çeperler, kabuklar, duvarlar, kapılar… farklı zaman ve mekan katmanlarına açılan “yer” kavramı, coğrafi, mekânsal, zihinsel ve varoluşsal anlamda yaşamı sınırlar üzerinden tanımlarken aynı anda “içerisi ve dışarısı” ayrımına da bağlar. “Yer”in geleneksel sınırları, kültürün ve kimliğin de sınırları, bir yere ait olma durumu, varoluşsal içeride olma durumu olarak tahayyül edilir. Ancak günümüzde “yer”ler, onları özel kılan niteliklerini yitirdi, kimliklerin kurulma süreçlerini safdışı bıraktı, var olduğu kabul edilen tüm sınırları destekleyemez muğlaklığa dönüştü. Küreselleşme, göç, yerinden olma/edilme, bilginin, sermayenin, insanların ve nesnelerin hareketliliğine eklenen kentsel hafıza(sızlık), iktidar, kamu otoritesi, tüketim kültürü ve rant ekonomisi aracılığıyla yer/mekana ait hafızanın sürekliliği, onu hızla istila eden yeni kurguların baskısıyla aşındı. Bilgi, tarih, bellek ve kimlik, artık yerden bağımsız olarak akışkan ve sürekli değişim içinde olan bir olguya, bir yere ait olma durumu da bir “zamana” ait olma durumuna dönüştü. Yine de kent ve mimarinin “yer” ile ilişkisi, dolayısıyla kolektif hafızanın izi olarak içlerinde taşıdıkları özgül bilgi ve eylem alanı, sanatçılar için hala güçlü bir aktarım alanı olarak belirmekte.
Kent ve mimari olgularını, sosyo-kültürel hafızanın ve bireysel deneyimlerin ortak donanımları olarak başkalaştırma yoluyla araştıran, bu olguların nesneler, eylemler ve imgelerle arasındaki bağların ifadeleri üzerine düşünen Hera Büyüktaşçıyan ve TUNCA da bu sergi için şehrin içinde kaybolma, sınırlarını keşfetme, fiziksel-zihinsel mekanlar arasında gezinme ve anlam bulma oyununa giriştiler. İstanbul’un eski sınırlarında, şehrin surlarında, burçlarında, kapılarında aylak gezintilere çıktılar. Bu ilişkisel kent deneyimi sonucunda, şehrin yarattığı görselliği ya da nostaljiyi değil, onun açtığı aura ile birlikte işleyen, kentle kurulan bireysel ilişkilerinin çoğulluğu ve ortaklıklarını açığa çıkaran, çağrışımsal ve duyumsal üretimlerine katkı sağlayan bir motivasyon olarak galeri mekanında paralaks bir etki yarattılar.
Hera Büyüktaşçıyan “Eğri Kapı I, II ve Eşik” isimli mekana özgü yerleştirmesinde, hafızanın inşası ve mimari mekan ilişkiselliği üzerinden içinde bulunduğu mekana, tarihsel, politik ve simgesel bir tanık olarak Minerva Han’a odaklanıyor. Mekanın, dış kabuğundan içeriye, görünür olandan sembolik olana, sınırlarından benliğine katmanlarını aralayan sanatçı, binanın tanıklığına şiirsel bir müdahalede bulunuyor. 20. Yüzyıl başında mimar Vasilios Kouremenos tarafından modernist toplum yapısının örneklerinden birisi olarak tasarlanan, ülkenin uluslararası politik eğilimlerine bağlı olarak el değiştiren, kurulum amacı ve işlevi çok uzun zaman finans ve sermaye ağını beslemek olan Minerva Han’ın dairesel cephesindeki mavi-turkuaz mozaik bordür’den referans alan sanatçı, yerleştirmede Kasa Galeri’nin kapılarını kullanıyor. Gaston Bachelard’ın “yarı açık bir kosmos… istekleri, dürtüleri, varlığı açma isteğini bir araya toplayan bir imge” olarak betimlediği kapı metaforu, sanatçı için de içerisi ve dışarısı diyalektiğinde bir eşik olarak beliriyor. Adını, sanatçıların kent gezintilerinde geçtikleri kapılardan biri olan, II. Theodosius surlarının en son kapısı “Eğri Kapı”dan alan yerleştirmeyle sanatçı, Minerva Han ve Kasa Galeri’yi, dolayısıyla mimariyi, tarihi ve kimliği akışkan ve muğlak kılmanın bir metaforu olarak ele alıyor. Sanatçının, eriyen bir formda yeniden inşa ettiği mozaik “kapı”ları, zihinsel ve fiziki anlamda işlevi ötesinde, konumları itibariyle ikisi de eğimli bir araziye yerleşmiş olan Eğri Kapı ve Minerva Han arasındaki ilişkileri kentsel hafıza bağlamında üst üste konumlandırıyor. Eriyen kapılar, sosyo-politik değişimlerle akışkan hale gelen, politik güç dengelerinin tetiklediği dönüşümlerle alaşağı edilen mekan hafızasına ve akışkan toplumsal yapıya işaret ediyor.
Hem bir geçiş hem bir sınır olarak kapı, içeride kalanla dışarıda kalan arasında mekânsal bir boyut eşiği ise TUNCA’nın “Rotunda I, II, III” isimli desenlerinde karşılaşılan kapısı olmayan duvarlar da, Henri Michaux’un şiirinde geçtiği gibi, “dışardaki içerdelik” olarak çifte simgeselliğe sahip bir imge halinde mekana yerleşiyor. Sanatçının, Auschwitz’in üç kilometre batısında Brzezinka (Birkenau) bölgesindeki kampın su depolarından yola çıkarak ürettiği triptik deseni, aylak gezinti ve ilişkisel kent deneyiminin, mekan ve hafızayı, akışkan ve muğlak kılma potansiyelini nasıl da açığa çıkarabileceğinin görsel ipuçlarını sunuyor. Kolektif hafızanın mekânsal bileşenlerle, politik ve sosyo-ekonomik gücün görsel dışavurumunda kimi zaman bir mekanizma işlevi gören mimarinin iktidarla, iktidarın da sabit ve değişmez olgular üretmedeki hevesinin tarihle olan ilişkisinde sanatçı, mekanı hafızanın taşıyıcısı olarak ele alıyor. Yapının küresel mimari formu ve resim geleneğinde yerleşik olan üçleme modeli ile antik dünyaya ve kutsal mekanlara da bir gönderme taşıyan Rotunda’lar, Parmenides’in küresi gibi varlığın kütlesel/küresel bir doluluk taşıdığı iddiasının tersine, ontolojik bir boşluk imgesini çağrıştırıyor. Artık her şeyin ezeli ve ebedi değişmez değil, kesintisiz bir oluş ve akış halinde olduğu günümüzde tarihin kendisinin de bir hatırlama mekanı olarak işlev görebileceğine işaret ediyor.
Merleau-Ponty, “akıl-beden-mekan” yolculuğunda kente farklı açılardan bakmanın, bireyin kentle ilişkisini yeniden düşünmesinin kapılarını araladığını ileri sürer. HERA ve TUNCA da, eriyen kapıları, girişi olmayan duvarlarıyla bizi kurgusal bir “yer”e davet ediyor. Adını Pierre-Jean Jouve’un bir şiirinden alan “Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz” başlıklı sergi, kent ve mimarinin “yer” ile ilişkisi üzerinden, fiziksel ve zihinsel mekanların, sınırların ve eşiklerin ardında görünmeyenle yüzleşmeye, bedensel deneyimin sanatsal forma dönüşme sürecindeki yolculuğa izleyiciyi de dahil ediyor.
DERYA YÜCEL
Hera Büyüktaşçıyan (1984-İstanbul), Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. İşlerinde kimlik, hafıza, zaman ve mekan ile hayali bir bağ kurmak amacıyla “öteki” olma durumunu yokluk ve görünmezlik kavramlarıyla bir araya getirerek vurgular. Yerel mitlerden, tarihi ve ikonografik unsurlardan yararlanarak, “öteki” için yeni bir anlatı olanağı oluşturur. Sanatçı son işlerinde ‘yersiz-yurtsuzlaşma’ ve ‘boşluk-yokluk’ kavramlarını kollektif bellek içinde sorgulamak için, kent ile benlik ve ötekilik düzlemlerinin arasındaki varoluşsal denge üzerine odaklanmaktadır. Seçili sergileri içerisinde EVA Uluslararası Bienali, Limerick City, İrlanda (2016); “Land without Land”, Heidelberger Kunstverein, Heidelberg, Almanya (2016); “Istanbul: Passion, Joy, Fury”, MAXXI, The National Museum of XXI Century Arts, Roma (2016); 14. İstanbul Bienali (2015); 56. Venedik Bienali, Ermenistan Pavyonu, Venedik (2015); “Yüzyılların Yüzyılı”, SALT, İstanbul (2015); “Fishbone’’, State of Concept, Atina (2015); “The Jerusalem Show’’, Kudüs (2014); “Körler Ülkesinin Karşısında”, Galeri Manâ, İstanbul (2014); IN SITU, PiST///, İstanbul (2013); “Haset, Husumet, Rezalet”, ARTER, İstanbul (2013) bulunan Hera Büyüktaşçıyan İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.
TUNCA (1982-İzmir), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'nden mezun oldu. 2000’lerin başından itibaren tuval, heykel, enstalasyon, video, performans gibi çok yönlü pratiği ile tarihsel bellek, kültürel kimlik ve politik olgular üzerinden şekillenen bir imgeler dünyası kurgulayan sanatçı, 2005 yılında, 9. İstanbul Bienali’ne paralel olarak yapılan “Yüzen Gecekondu” isimli performansında, Guido Casaretto ile beraber inşa ettikleri basit bir gecekondunun içerisinde Haliç'te bir hafta yaşadı ve bu süreci belgeledi. 2009 yılında kurulan Sanatorium Sivil Sanat İnisiyatifi’nin kurucularından olan TUNCA, “Desire” projesi için 2012 yılında profesyonel aşçılık eğitimi alarak gastronomi, tarih ve politika üzerinden ilişkilendirdiği performans, desen ve videolarını içeren çok disiplinli çalışmasını gerçekleştirdi. Seçili Sergileri içerisinde, “Desire”, art ON İstanbul (2014), 4. Uluslararası Çanakkale Bienali, Çanakkale (2014), “Kalıntı”, Pi Artworks, İstanbul (2013), Elgiz 10 İstanbul Sergisi, Proje 4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, İstanbul (2011), “Little Boy”, Sanatorium Sivil Sanat İnisiyatifi, İstanbul (2010) bulunan TUNCA, İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.