NE BİR TÖZ NE BİR YÜZEY: Beden’e dair İki Pozisyon

NE BİR TÖZ NE BİR YÜZEY: Beden’e dair İki Pozisyon
BARIŞ GÖKTÜRK & NAZLI GÜRLEK HODDER
Küratör: Derya Yücel

“Beden ne bir töz ne bir yüzeydir,
atıl ya da tabiat gereği itaatkar bir nesne değildir;
ayrıca onu başkaldırının ve direnişin odağı olarak niteleyen
bir takım içsel dürtülerden de ibaret değildir.”[1]

Beden yalnızca olgusal değil, ideoloji, kültür, iktidar, ekonomi, felsefe, tarih, psikoloji, fenomenoloji, ekoloji, vb. üzerine tartışmalarla birlikle ele alınabilecek çok yönlü bir kavramdır. Bedeni her yönüyle bilmeye, sarmalamaya ve onu sürekli olarak denetim altında tutmaya çalışan politikalar, bedeni merkeze çeken, normlarla kuşatan ve söylemsel olarak kurgulayan yapılar olarak iktidar mekanizmalarıyla ilişkilidir. İnşa, kontrol ve denetim mekanizmaları bedeni ister özgürleştirsin ister baskılasın, yaşamın ve bedenin biyopolitik sınırlarını toplumsallık içinde belirler. Dolayısıyla beden, toplumsal etkileşimin en önemli unsurlarından olur. Yalnızca verili “şey” (varlık) değil farklı anlamlar taşıyabilen biyopolitik[2] beden, kültürel bir yorumlama ve kültürle yorumlanabilecek tarihsel bir gerçeklik yani “simge”dir.

Bilinç ve bedenin iç içeliği, bedenin dünyayla ve ötekiyle kesişimi onu aynı zamanda işlevsel ve yaşayan bir sistem haline getirir. Dolayısıyla beden yalnızca kültürel bir yüzey değil, bireysel varoluşumuzun ve varlığa ilişkin kavrayışımızın kaynağı, özüdür. Fenomenal beden kavrayışında beden, eylem ve temsil alanı olması ötesinde “dil” görevini üstlenir. Algının mekânla/dünya ile iletişim kurma aracına[3], duygusal ve spiritüel boyutlarıyla varlığın bütüncüllüğüne yuva olur. Bedenin doğa ile ilişkisini merkeze alan kültürel ekofeminizmin en önemli argümanı kadim bir geçmişte kadınların doğa ile bütünleştiği, empati ve sezgiye dayalı, barışçıl/antimilitarist değerlerle ilişkilendirilen, bereketli bir anaerkil dönemi deneyimlemiş olmalarıdır. Geçmişin bu kayıp cenneti günümüzün kuir ütopyasıdır.[4] Artık, ideolojik, politik, ekolojik ve spiritüel bağlamlarda radikal bir arada varoluşun, iş birliğinin ve iç içe geçmenin şimdi ve gelecekte ne anlama gelebileceği belki de melezleşmiş bir bilinçle/bedenle tahayyül edilebilir.

Günümüzde geniş bir bağlamda “Tuval Beden, Eylemci Beden, Ritüalistik ve Aşkıncı Beden, Sınırları Aşan Beden, Kimliği Sahneleyen Beden, Yok Beden ve Teknolojik Beden”[5] olarak sınıflandırılan bedenin işlevleri, sınırları ve olasılıkları sanat üretiminde sıklıkla kullanılan kavramların başında geliyor. Zihin ve bedeni birbiriyle etkileşimli iki farklı öze/işleve indirgemeden, bedeni çok katmanlı bir ifade ve deneyim alanı olarak iki ayrı perspektiften ele alan “NE BİR TÖZ NE BİR YÜZEY: Beden’e dair İki Pozisyon” başlığındaki sergi, Barış Göktürk ve Nazlı Gürlek Hodder’in üretimleri ile bedenin mevcudiyeti ve bilgisini merkezine alıyor.

Kolektif bilinçdışının evrensel öğelerini içeren, insanlığın bilgi ve deneyimlerini barındıran arketiplerle çalışan Nazlı Gürlek Hodder, kaynağını doğa ile bedenin birliği üzerinden alan ritüelistik işler üretiyor. Sanatçı, kadim bedensel bilgiyi, fiziksel beden üzerinde gerçekleştirdiği farkındalık içeren ve sinir sistemini rahatlatıcı çalışmalar ile bir araya getirerek oluşturduğu çalışma metoduyla, sanatsal üretimi yaşamın bütünleyici, düzenleyici, şifa verici bir parçası olarak kurguluyor. Kullandığı mekân, alan tanımı, malzeme, yöntem ve dil aracılığıyla ilk aşamada kendi mitleriyle etkileşime geçerek tıpkı bir şamanın “şifalandırması” gibi sağaltım alanı açan sanatçının “Sonbahardan yaza (bir günlük)” isimli yerleştirmesi, fiziksel hareketlerinin, biyolojik süreçlerinin, duygularının ve zihinsel monologlarının izlerini taşıyor. Karaköy’den topladığı endüstriyel parçalar kağıt üzerinde çizimler ile bir araya gelerek, “şimdi ve burada” olanları yansıtan bedensel bir estetik içeren ve sanatçının sergiye hazırlanırken hem atölyesinin hem de galerinin bulunduğu Karaköy’de geçirdiği dokuz ayın kaydını tutan bu yerleştirme, Gazze’de devam eden (günlüğün başlangıcı katliamın başlangıcına denk geliyor) katliam ile olan duygusal etkileşimleri de içeriyor. Galerinin ilk odasının duvarlarında ise beden ve mekânın iç içe olması, birbirlerini var etmesi ve birbirlerini üretmesi üzerinden bedenin sınırlarının geçirgenliğini ve kırılganlığını mekan ve hareket ile ilişkilendiren “Sınırlar geçirgen” isimli müdahale yer alıyor. Müdahale, anne rahmindeki bir çocuğun dış dünya ile bağ kurmayı istemesi gibi galerinin geçirmez gibi görünen yapısını zorlamak ve duvarların ötesine nüfuz etmek için sanatçının bıraktığı el ve beden izlerinden oluşturuyor. Galerinin ikinci odasında yer alan ham tuval üzerine led ve desenden oluşan “Khora” ise herşeyin anası, tüm cisimleri ve canlıları içine alan ve hiçbir şeyin şeklini almayan, dile gelmeyen, ancak rüya ve sezgiler ile yaklaşılabilecek, dişi ve doğurgan özellikteki “öz”den esinle oluşuyor. Fiziksel ve algısal olarak tamamlanmamış bedenin muğlak durumlarını bir potansiyeller kümesi olarak kavrayan sanatçının gebelik döneminde karnının kalıbını alarak ürettiği “Çeşme” isimli yerleştirme, canlı bir sinir sistemine sahip bir organizma görünümü ile seramik parçaların içlerinden devir daim yapan sudan oluşuyor.

İktidar, yapıcı ve üretici olarak tasvir edildiğine göre beden de aslında sürekli yeniden kurgulanabilir bir yapıda dinamik bir sürecin içindedir. Buna bağlı olarak toplumsal beden iktidardan bağımsız değildir ve iktidarın belirlediği gösterilerin tekrarlanmasıyla sabitleşmiş ve istikrara kavuşmuş bir oluş halidir. Bu bakış açısıyla iktidarın belirlediği ve biçimlediği beden ile bireyin bedeni arasındaki çok katmanlı ilişkiye odaklanan Barış Göktürk’ün üretimleri, insanın varlığının ve bedeninin otorite tarafından maksimumda zorlandığı bir dünyada güncel ve tarihsel olaylara dair politik bir tetikleyici olarak ortaya çıkıyor. Sanatçının galerinin ikinci odasında izlenen ve 2023 yılında Galeri Bosfor’da gerçekleşen “Scanner/Tarayan” başlıklı kişisel sergisinde paylaştığı ayaklar, coğrafi, ekonomik ve sosyal mecburiyetler içinde ve baskı altındaki insanların arayışlarına, onların mecburi ve tekinsiz yolculuklarına işaret ediyor. Bedenimizin politika, coğrafya, ekoloji ve teknolojiye uyum sağlamakla ona başkaldırmak arasında kaldığı, hatta paralize olduğuna vurgu yapan sanatçının bu sergi için ürettiği site-spesific yerleştirmesi “Kökler” ise yaşam ve ölüm döngüsünü mekanın hafızası ile ilişkilendiriyor. Galerinin son odası ve duvarına yayılan, mimari açıdan mekânın girift bir parçası haline gelen yerleştirme, yirminci yüzyılın ilk yarısında, Türkiye'nin büyük bir sosyo-politik çalkantıdan geçtiği dönemde bir Rum azınlık bankası olarak binanın kendi tarihine uzanan bilinçli bir gövde haline geliyor. Tarihin sessiz tanıklarından olarak bu mimari yapının geçmişteki banka işlevine referans veren “kağıt” ve “mürekkep” malzemelerinden oluşan bu mimetik form, aynı zamanda toplumsal belleğe, aidiyet ve kimliğe, kökenlere dair bir metafor olarak ortaya çıkıyor. Sanatçı için kökler(imiz), yalnızca bedenimize değil bilincimizin derinliklerine nüfuz eden kökenlerimizle olan hareketli ve göçebe bağlara işaret ediyor. Uzanıyor, çarpışıyor, kesişiyor, büyüyor, kimi zaman kuruyor kimi zaman canlanıyor.

“NE BİR TÖZ NE BİR YÜZEY: Beden’e dair İki Pozisyon” başlığındaki sergi için Kasa Galeri; Barış Göktürk ve Nazlı Gürlek Hodder’in birbirleriyle kimi yerde ayrılan kimi yerde sarmalanan, kimi zaman uzlaşan kimi zaman çarpışan bağlar kuran üretimleri için birleştirici bir gövde haline geliyor.

 

[1] Judith Butler, “Bedenler ve İktidar”, Cogito, No:70-71, YKY, İstanbul, Yaz 2012, s 279 (https://www.radicalphilosophyarchive.com/issue-files/rp114_article1_bodiespowerrevisited_butler.pdf)

[2] Biyoiktidar: İnsan türüne ait temel biyolojik özelliklerini, politik stratejinin ve iktidarın genel stratejilerinin nesnesi haline getiren bir dizi mekanizmalar bütünüdür. Bknz: Michel Foucault, Security Territory Population, Çev. Graham Burchell, Ed. Michel Senellart, New York, Macmillan, 2009, s.16

[3] Maurice Merleau- Ponty, “The Film and the New Psychology. C. Kul-Want (Ed.), Philosophers on film from Bergson to Badiou içinde (s. 97-112). Columbia University Press, 2019, s.103

[4] Wendy Arons, “Queer Ecology/ Contemporary Plays”, Theatre Journal, 2012, 64, 565-582 (https://www.academia.edu/27959867/Queer_Ecology_Contemporary_Plays)

[5] “The Artist's Body”, ed. Tracey Warr; Amelia Jones, Phaidon, London, 2000

 

Nazlı Gürlek Hodder, İstanbul’da yaşayan bir sanatçı ve ritüel kolaylaştırıcısıdır. Özgürlük, direnç ve güçlenme pratikleri sunan kendi yaratıcı şifa metodunu geliştirmektedir. Bu metod, uzun yıllar boyunca görsel sanatlar alanında sanatçı ve küratör olarak biriktirdiği sanatsal bilgi ile, son yıllarda devam ettiği dışavurumcu sanat terapisi, aile dizimi ve sinir sistemi fizyolojisi eğitimlerinde edindiği bilgileri bir araya getirir. Performistanbul danışmanlığı ve yürütücülüğünde geliştirilen metodun ilk ritüel çalışması olan “BİR Beden Ritüeli” bireysel ve grup seansları ile katılıma açıktır. Kişisel sergisi “Bedende” (2020) Evliyagil Dolapdere’de gerçekleşti. Bunun dışında sanatçı ve küratör olarak çalışmaları Arter, Borusan Contemporary, Çanakkale ve Mardin Bienalleri, SALT, Elgiz Müzesi, ANAMED Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi, Ujazdowski Castle Varşova gibi çeşitli kurumlarda sergilendi. Floransa Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden resim lisansı ve Londra Goldsmiths College’dan küratörlük yüksek lisansına sahiptir. Dışavurumcu sanat terapileri alanında ise, Kaliforniya’daki Tamalpa Institute’de Daria Halprin ile Life/Art Process® metodu çalışmalarına, Rotterdam’daki Codarts’da Dans Terapisi Yüksek Lisans Giriş Programı’na ve Mimar Sinan Üniversitesi Modern Dans Departmanı’nda Skinner Releasing Technique çalışmalarına katıldı. Sanat çalışmalarının yanı sıra devam ettiği aile dizimi kolaylaştırıcılığı eğitimine, Healing Academy Istanbul bünyesinde Feride Gürsoy’dan almış olduğu eğitimin ardından halen Radia bünyesinde uluslararası aile dizimi okulu The Constellation Path’ın kurucusu Yishai Gaster’den almakta olduğu eğitim ile devam etmektedir.

Barış Göktürk, A.B.D.’de New York, Brooklyn’de yaşıyor ve çalışıyor. Galatasaray Lisesi’nden sonra New York’ta The New School’dan mezun olan Göktürk, yüksek lisansını Hunter College’da resim, Columbia Üniversitesi'nde ise heykel alanında tamamladı. Halen The New School'da ve Columbia Üniversitesi'nde ders veriyor. Yakın zamandaki müze projeleri ve sergileri arasında New York’ da The New Museum ve The Jewish Museum, Miami’de Frost Museum, Winston-Salem'de SECCA, ve İstanbul’da Pera Müzesi yer alıyor. Ayrıca Columbia Üniversitesi’nin Butler Kütüphanesi ve New York’ta  Public Art Fund için özel sipariş işler üretti. Public Secret adlı kişisel sergisi 2020 sonbaharında New York’ta Helena Anrather Gallery’de, Scanner/Tarayan   adlı kişisel sergisi ise 2023 sonbaharında Istanbul’da Galeri Bosfor’da sergilendi. Göktürk, çalışmalarını Amerika Birleşik Devletleri’nde ve uluslararası olarak Almanya, İspanya, Fransa, Çin, Kore, Hırvatistan, Türkiye ve Porto Riko’da sergiledi. Çalışmaları ArtForum, The BOMB Magazine ve The Brooklyn Rail’de yer aldı. Göktürk, Seul’de bir ApexArt üyesi, YADDO’da misafir sanatçı ve SOMA Meksika ile Skowhegan Resim ve Heykel Okulu’nda katılımcı olarak yer aldı. Halen Johns Hopkins Üniversitesi’nin nöroloji bölümü için bir sanat programı yürütmekte. Göktürk, Porto Riko’da bir kültür-sanat projesi olan Junte’nin kurucu ortağıdır. Junte, 2023-2025 dönemi boyunca New York’ta The New Museum’da New Inc. programının bir parçası olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Comments are closed.